Institut de coopération

avec l'Europe Orientale

"Apprendre à se connaître, pour savoir se comprendre"

Site réalisé avec SPIP

Mots-clés

Nouveautés sur le Web

N° 24 / N° 284 Article original publié le 29 février 2012
___Soykırım olmadıysa da bu ona benziyor !

jeudi 1er juin 2017.

ICEO’nun (Uluslararası Kültürel Değişim Örgütü) sloganı şudur : “Birbirini anlamak için birbirini tanımayı öğrenmek”. Sadece başkasının bulunduğu yerden, olan biteni nasıl gördüğünü anlamayı denemek üzere kendini onun yerine koyma çabası gösterildiğinde, çoğu zaman harika bir aydınlanmaya kavuşulur.

Noel arifesinde (2011), Fransız milletvekilleri her türlü soykırımı inkarın cezalandırılması kararı aldılar. Fransız parlamentosu bugüne dek yalnızca iki soykırımı tanıdığından ve GAYSSOT yasası Shoah’ın inkarını cezalandırdığından, bu yeni HER TÜRLÜ soykırımın inkarının cezalandırılması, nesnel olarak, sadece Fransız Ulusal Meclisi tarafından 2001 de soykırım olarak resmen tanınmış Ermeni soykırımını hedefleyebilirdi.

Mevcut sayısal ve ekonomik bağlamda, bu yasanın acil olarak değerlendirilmesi şaşırtıcıdır, ancak dert etmeyelim, parlamenterlerimiz kuşkusuz bu oylamayla bir vicdan taşıdıklarını göstermek istemişlerdir. Kötü niyetliler parlamenterlerin kendilerini tatmin etmek istediklerini söylemekten geri durmuyor (1).

Ocak ayında senatörler de aynı yasayı oylayarak kabul ettiler. Şubat başında, Fransız parlamenter bakımından mesele anlaşılmıştı. 1915’te soykırım olmuştur ve bunun tersini söylemek yasaya karşı gelmekti.

Yasaya aykırı ama Tarih’e aykırı mı ?

Her ne kadar İncil’deki öykü alegorik olarak kabul edilse de MUSA’nın emrettiği (“Şimdi küçük çocuklar arasındaki erkeklerin tümünü öldürün ve bir erkek doğurmuş her kadını öldürün” Sayılar Kitabı 31, 17). Midyanların topyekün imhası, etnik nedenlerle işlenmiş, bilinen, en eski kıyımdır (2). Dolayısıyla günümüzde soykırım olarak adlandırılan kitlesel katliamların çok eski zamanlardan beri var olduğu söylenebilir. İnsanlığa karşı suçlar ve soykırımlar neredeyse insanlık kadar eskiyse de, bu suçların tanımı oldukça yenidir. Nitekim ancak 2. Dünya Savaşı sonundadır ki uluslararası hukuk bunlara hukuksal bir tanım getirmiştir.

İnsnlığa karşı suç, hukuksal nitelemesini ancak 1945’de (3) ve 1948’ de (4) kazandı. Genel olarak şöyle tanımlanabilir. “ Sivil bir halk grubuna karşı siyasal, felsefi, ırksal veya dinsel saiklerle ve düzenli bir planın uygulaması biçiminde organize edilmiş cinayet, kitle imha, köleleştirme, sürgün ve her türlü gayrı insani davranış”, ancak hala herkesin üzerinde mutabık kaldığı tek bir tanım yoktur.

“Sykırım/Jenosit” terimi, hukukçu Raphael LEMKIN tarafından Nazilerin 2. Dünya Savaşı sırasında işlediği Yahudileri ve Çingeneleri imha girişimini nitelemek üzere “popülist” (5) teriminden yüz elli yıl sonra 1944’te oluşturulmuştur.

1945’ten beri (Nürnberg davası), soykırım şöyle tanımlanıyor : Bir insan grubunun, ırkı, etnik mensubiyeti, milliyeti veya dini nedeniyle onu tamamen ortadan kaldırmak amacıyla ve bir ırksal ilke veya bu grubun ideolojik bir anlayışı adına kararlı ve sistemli yok edilmesidir.

1915’de Türklerin Ermenilere karşı işledikleri kırımları belirtmek ve bunun ötesine yerel hakların, özellikle de Amerikalı Kızılderililerin sistematik yok edilmelerini nitelemek için, soykırım sözcüğü geriye dönük olarak kullanılmıştır.

1986’da Reynal SECHER (6), Vendée savaşları sırasında Cumhuriyetçilerin işledikleri kitlesel kırımlarla ilgili olarak ilk kez “soykırım” terimini kullandı ; tarihçiler, o dönemde hemen hemen ittifakla, yerinde kullanılmamış diye değerlendirdikleri bu sözcüğün kullanımına isyan etmişlerdir.

Türk tarihçilerin Ermeni soykırımının varlığına karşı çıkarken ileri sürdükleri argümanları, Vendée kırımlarının bir soykırım olarak görülmesini reddeden Fransız tarihçilerininkilerle karşılaştırmak ilginç olacaktır.

Yapılmış kitlesel suçların önemini ne Fransa’da, ne de Türkiye’de yadsınmaktadır. Yadsınan, katillerin soykırımsal iradeleridir.

Elbette öldürdüler, hem de çok öldürdüler ancak bunu bir mücbir sebep durumunda meşru müdafaa olarak yaptılar.

Vendée’lilere ve Ermenilere karşı uygulanan şiddet korkunç oldu ancak haklı ve meşruydu zira Fransa’da, ardından Türkiye’de, ulusal devrimin savunulmasına, oluş halindeki cumhuriyetin savunulması gibi büyük bir mecburiyete cevap veriyordu.

Vendeée’lilerin ve Ermenilerin kırımı, cumhuriyet düşmanlarıyla (Vendée’de İngilizlerle ve Avusturyalılarla, Türkiye’de Ruslarla, Fransızlarla ve İngilizlerle) anlaşarak yurda ihanet eden, devrime düşman geri toplulukların isyanlarına bir son verilmek üzere yapılmıştır.

Konvansiyon tarafından emredilmiş baskı sırasında işlenmiş suçlar için geriye dönük olarak olası bir soykırım nitelemesi, Fransız Devrimi’nin kutsallaştırıcı tarihçileri tarafından kabul edilemez, zira böylesi bir kabul, geriye dönük kaçınılmaz bir ahlaki mahkumiyete yol açar.

Bu nedenledir ki Histoire socialiste de la Révolution Française (Fransız Devrimi’nin sosyalist tarihi) adlı kitabında Jean Jaures, Terör’ü Kaçınılmaz bir mecburiyet olarak sunma gereğini hissetmiştir :

“ Bir büyük devrim ülkesi hem iç silahlı komplolara, hem dünyaya karşı mücadele ettiğinde, en küçük bir tereddüt veya en küçük bir hata yeni düzenin kaderi üzerinde belki de yüzyıllarca zararlı olabilecekse , bu muazzam girişimi yönetenler, başkaldıranları toparlamak, düşmanlarını ikna etmek zamanına sahip değildir, etraflarında ihtiyaç duydukları ivedi oybirliğini sağlamayı ölümüne isterler.”(7)

Tıpkı ölümü engellemek için hastasının kangren olan kolunu kesen cerraha herhangi bir kusur bulunamazsa, cumhuriyete de nüfusunun, ulusunun devrimci sağlığının iyiliği önünde engel oluşturan “hasta” bölümünü kırıma uğrattığı için kusur bulunamaz.

Sanığın masumiyeti yönündeki hukuk ilkesi, devrimci dönemde, “irredantist bir bölgede oturma bahtsızlığına sahip bir masum, kendisi farkında olmasa da potansiyel bir suçludur ve dolayısıyla suçluymuş gibi cezalandırılmalıdır” haline gelir.

Cumhuriyetin silahlı veya silahsız düşmanlarını tasfiye etmesi anlaşılabilir, ancak pek bir devrimci tedbir ilkesi adına hamile kadınları ve bebekleri de aynı kılıçla yok etmeyi kabul etmek kolay değildir.

Soykırım suçunu niteleyen, bebekler de dahil bütünüyle toplulukların kırımı ve bu kırımın önceden planlanmasıdır.

Vendée’de ve Türkiye’de bir takım topluluklar bütünüyle, siyasi ve askeri otoritelerin açık talimatıyla, kararlı bir biçimde ölüme gönderilmiştir.

Yine de birtakım tereddütleri olanlar için General Westerman’ın Aralık 1793 tarihli halkın selameti komitesine gönderdiği mektuba işaret edelim :

Artık Vendée yoktur, cumhuriyetin yurttaşları, kadınlarıyla ve çocuklarıyla özgür kılıcımızın altında öldü. Onu Savenay bataklıklarına ve koruluklarına gömmekten geliyorum. Bana verdiğiniz emirler doğrultusunda, çocukları atların ayakları altında ezdim, kadınları katlettim ; en azından bunlar artık haydut çocuklar doğuramayacaklar. Bana eleştiride bulunabilecek tek bir tutsağa sahip değilim. Hepsini yok ettim. Désigny adında bir haydut reisi, bir süvari çavuşu tarafından öldürüldü. Benim süvarilerimin hepsinin atlarının kuyruklarında haydutların bayraklarından bir parça bağlıdır. Yollar cesetle doludur. O kadar çok ceset var ki kimi yerlerde piramit oluşturuyor. Savenay kesintisiz olarak kurşunu dizme sürüyor zira her dakika teslim olmak istediğini ileri süren bir takım haydutlar geliyor.

28 Şubat Salı günü Fransa Anayasa Konseyi, Ermeni soykırımının inkarını cezalandıran yasayı iptal etti. Bu iptal, tarihçilere işlerine serin kanlılıkla yeniden koyulma izni vermelidir.

Türkiye’de, Ermenilerin kırımlarıyla ilgili soykırım kelimesinin kullanılmasının reddine devam edilecektir ve Fransa’da Vendée’de Konvansiyon’un kırımları için soykırım kelimesinin kullanımını reddetmeye devam edilebilir. Ancak soykırım (8) olmadıysa da, bu ona benziyor.

Bir yüzyılı aşkın kanlı savaşlardan sonra Fransa ve Almanya, ortak tarihlerini daha sükunet içinde okumaktadır. Kuşku duyulmasın ki, ya Robespierre’ci Fransız tarihçileri ve Kemalist Türk tarihçileri, birlikte çalışarak, sonunda her iki ülke için kabul edilebilir bir tarih oluşturabilir.

Montpellier, le 29 février 2012

Paul CLEVELOT (1) Daha da kötü niyetliler bu oylamanın tamamen seçimlere dönük olduğunu ileri sürüyor. Seçim amacına dönükse, bu oldukça dar görüşlü bir yaklaşım zira bugün artık Fransa’da Ermenilerin Türklerden daha çok oya sahip olduğu pek de doğru değil. Başkan Sarkozy bu yasanın oylamasına karşı çıkmadı. Türk hükumetinin Fransız-Türk işbirliği projelerini askıya alarak buna tepki göstereceğini biliyordu. Bu askıya alma tutumunun Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma sürecine fiilen son vereceğini biliyordu. Ermeni soykırımının inkarının böylesi bir araç olarak kullanılmasını düşünmekten insan kendini alamıyor.

(2) Musa, II. Ramses döneminde (İ.Ö.1301 İ.Ö. 1235 veya İ.Ö. 1290-İ.Ö. 1224) doğdu ; onun döneminde Midyan’a göç etti ve oğlu Mineptah (İ.Ö. 1234-İ.Ö. 1224 veya İ.Ö. 1224-1204) döneminde Mısır’a geri döndü.

(3) Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi tüzüğünün 6c maddesinde tanımlandı ve ilk kez 1945’te Nürnberg davası sırasında uygulandı.

(4) İnsanlığa karşı suç, mütevazi başlangıcına rağmen (açık bir biçimde sadece Mihver devletlerince işlenmiş suçlara uygulanması öngörülmüştü), adım adım uluslararası mevzuata girdi ve bu süreçte de tanımı netleşti. Nitekim 1948’de Birleşmiş Milletler “Nürnberg Mahkemesi tüzüğünde ve bu mahkemenin kararında kabul edilen uluslar arası hukuk ilkelerini onaylayan” bir kararı kabul etti.

(5) Popülist : Bu adlandırmayı, Thermidor Konvansiyonu sırasında, 1794’te Du systeme de dépopulation ou La vie et les crimes de Carrier (Halksızlaşma Sistemi üzerine veya Carrier’in Yaşamı ve Suçları) broşüründe Graccuhus Babeuf’ün kaleminde görüyoruz. Bu terimle, Babeauf, Vendée savaşı sırasında Ulusal Konvansiyon tarafından Nantes’a görevle gönderilmiş Jean-Baptiste Carrier’in görevi kötüye kullanmasını nitelemektedir.

(6) Vendée ; Le Génoside franco-français, PUF Presses universitaires de France), 1986

(7) Benzer gerekçelendirmeyi Stalin sistemini savunanlarda da bulabiliriz. Kitlesel tehcirler, Ukrayna’da yol açılan açlıklar, yeni bir düzen gerekliliği ve umuduyla haklı gösterilmiştir.

(8) BM ye bağlı uluslar arası makamlar tarafından hukuki olarak sadece 4 soykırım tanınmıştır. Veto hakkına sahip olan Güvenlik Konseyi üyesi ülkelerden hiçbiri soykırımla suçlanmamıştır. Aşağılayıcı soykırımcı halk ünvanı, çoğu zaman yenilmiş ülkelere atfedilmiştir.



SPIP | squelette | | Plan du site | Suivre la vie du site RSS 2.0